“Mutluluk” için; bazen “bir varış” bazen ise “yolda olma hali” denir.
Andre Gide; anları yaşayabilmek olarak tanımlıyor, mutluluğu,
Mutluluk; önce kendini tanımaktır der,Filozof Alain. Mutluluğu tıpkı bir Kandinsky tablosunda kullanılan farklı renkler gibi hayatın tamamına yayar. Mutluluğun birbirinden farklı tonları vardı; iyimserlik, kararlılık, özgüven, uyum ve denge.
Psikolog Barbara Fredrickson tarafından geliştirilen bu teoriye göre, mutlu olmak için yaşadığınız her olumsuz deneyime karşı, üç olumlu deneyim yaşamanız gerekiyor. Bu da pek kolay değil…
Yaşam; en yüce mutluluğu, sevildiğine ikna olmuş kişiye sunar, “kendisi” olduğu için sevilmiş, hatta diyebiliriz ki; “kendisine rağmen” sevilmiş kişiye. Bu da Viktor Hugo’dan…
Sevmenin mutlulukla ilgisi çok. Evet, sevmek de sevilmek de mutluluk veriyor insana ama bu noktada ise, Japon yazar Masumi Toyotome’ye kulak vermekte yarar var. Toyotome’ye göre üç tür sevgi var:
- “Eğer” ile başlayan sevgi türü. “Eğer şöyle olursan, böyle yaparsan, severim seni” gibi…
- “Çünkü” ile başlayan sevgi türü. “Seni seviyorum, çünkü başarılısın, çünkü güzelsin, çünkü çalışkansın” gibi… Bu da rahatsız edici bir sevgi. Demek ki, başarı veya güzellik bitince sevgi yok olacak.
- “Rağmen” ile başlayan,” koşulsuz” sevgi. Herşeye rağmen sevmek birisini veya her şeye rağmen sevilmek. Güzel, bu mutlu eder işte insanı…
Uzmanlar; mutlu olmak için, kendinizi tanıyın, kendinize zaman ayırın, olumlu taraflarınızı sevin, takdir edin, olumsuzları törpüleyin, iyilik yapın, güzel şeyleri paylaşın, meditasyon yapın, müzik dinleyin, şükredin, sevdiklerinizi arayın, pozitif insanlarla bir arada olun, amaçlar edinin, paranızı hobilerinize harcayın, tatil yapın, egzersiz ve yürüyüşleri ihmal etmeyin, yaşadığınız güzellikleri yazın veya hatırlayın, sıcak duş yapın, iyi uyku uyuyun, sevdiğiniz arkadaşlarla buluşun, güzel bir yemek yiyin, evcil hayvanınızla vakit geçirin, gülümseyin ve umut edin vb. gibi şeyler öneriyorlar. Tüm bunlar doğru da, kendi içinde dengeleri sağlasan, şartları oluştursan da zor bazen…
Çok zorlu bir dönemden geçiyoruz. Dışarda ve içerde koşullar ağır. Çok yakınımızdaki savaş durmuyor. Sürdürmeye çalışanlar ise çok fazla. Oysa bir an önce savaşın bitmesi, hayatın yeşermesi, petrolün fiyatının düşmesi, küresel buğday ticaretinin yeniden başlaması, turizmin canlanması gerekmekte. Gelecekte kıtlık ve açlık tehlikesinden bahsediliyor. Tarihsel ürkütücü bir göç dalgası ihtimali de var. Ekonomik durum vahim. Umuda çok ihtiyacımız var. Ülkemizi içine çekildiğimiz bataklıktan kurtarmak için; emperyalizme, ranta, gericiliğe ödün vermeden yaşayan, alın terini, emek hakkını savunan, Cumhuriyet’in kazanımlarını, laikliği sahiplenen, aydınlanmadan yana olan barışçıl insanların varlığı umudu yaşatıyor.
Umudu korumak, koruyabilmek en büyük mutluluk belki de.
Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’a çıkmadan önce söyleştiği Refi’ Cevad Ulunay’a, “Bana bu ülke nasıl kurtulur diye neden sormadınız ?” diye çıkışır. “Böyle bir olasılık bulunmadığı için” diye cevap verir Ulunay. Mustafa Kemal şöyle der; “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insanlar vardır”.
Umutsuz insanlardan olmayalım. Umudumuzu korumak için nedenlerimiz de var, bunları çoğaltmak önemli. Mutlu olmak için ise sevgiyi korumak, sevdiklerimize sıkı sıkı sarılmak önemli. Gerçeklerden kopmadan, aydınlığa doğru giderken -şimdilik- küçük sevinçler bulmalıyız. Bir çocuk gülümsemesi, bir çiçeğin açması, bir kedinin sıcaklığı gibi…
Sevgiyle kalın, umudunuz hiç bitmesin.
Yorum Yazın
Facebook Yorum