Tam 98 yıl oldu….
30 Ağustos'ta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, ordulara bir bildiri yayımlayarak “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri !” tarihî emrini verdi…
Taarruz harekâtı sonucunda Türk ordusunun Yunan işgali altındaki İzmir'e 9 Eylül 1922'de girmesi ise; Mudanya Ateşkes Antlaşması ve sonrasında Lozan Barış Antlaşması'na uzanan süreci başlatması, dolayısıyla Mili Mücadele'nin sona ererek Türk milletinin kurtuluşu ve bağımsızlığını elde edişinin simgesi olmuş çok önemli bir tarihÎ olaydır.
Milletimizin unutulmaz zaferlerinin kilometre taşı olan 9 Eylül zaferi sonucunda İzmir’i işgalden kurtararak, bu güzel topraklar üzerinde özgür ve bağımsız yaşamamızı sağlayan, bu eşsiz zaferleri bize armağan eden başta Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları olmak üzere; istiklal mücadelemizin bütün kahramanlarını, aziz şehitlerimizi, kahraman gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.
9 Eylül, güzel İzmir'in Kurtuluşu ve aynı zamanda Kurtuluş Savaşımızın bittiği noktadır. Sonrasında ilan edilecek Cumhuriyetin ve de Atatürk Devrimlerinin de bir başlangıcıdır. Gerçekleşecek devrimlerse, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturacaktır.
Atatürk, 30 Ağustos 1925 tarihli Kastamonu konuşmasında devrimlerin amacını; "Türk Milletinin son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye'yi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkartmaktır” şeklinde ifade etmiştir. Devrimler ise siyasi, ekonomi, hukuk, toplumsal ve eğitim alanlarında gerçekleşmiştir. Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimlerle bugünkü Türk toplum düzeni oluşmuş oldu. Gerçekten çağdaş devlet düzeninde temel alınan esasları, çağın ilerleyen devletlerindeki ilerlemeyi sağlayan sistemleri, bir devrimle uygulayarak, ülkemizi çağdaş uygarlık seviyesine çıkarma yolunda olağanüstü sıçramalar gerçekleştirdi.
Atatürk “Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için, en gerçek yol gösterici bilimdir. Bilimin dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, sapkınlıktır. Yalnız, bilimin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişimini algılamak ve ilerleyişini zamanla izlemek koşuldur. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki bilim dilinin çizdiği ilkeleri, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette bilimin içinde bulunmak değildir” diyerek bu konudaki düşüncelerini en açık ve kesin biçimde ortaya koymuştur.
Çağının bilim felsefesini merkeze alan Büyük Önder; hem kişilik hem de yönetim bakımından ulusal, siyasal model olarak da laik ve demokratik bir cumhuriyet olan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarak siyasal ve toplumsal dönüşümü gerçekleştirmiştir. Ortaya koyduğu düşünceler, ilkeler, izlediği yöntem ve gerçekleştirdiği işler, O’nun her aşamada bir “Yönetsel Önder” gibi değil bir “Dönüştürücü Önder” gibi davrandığını göstermektedir.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu zorluklar, Atatürk’ün seçimlerinden değil kendisinden sonra gelen yöneticilerin zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden sapmalarından ve doğru olan bu temel ilkeler üzerinde çağa uygun yeni dönüşümleri gerçekleştirme konusunda başarısız olmalarından kaynaklanmaktadır.
Artık bizler biliyoruz ki geleceğin temel ölçüsü çağdaş uygarlıktır. Çağdaşlığın hemen altında ise -bir yaşam standardı olarak- bilim, teknoloji ve üretim üçlüsü yer alıyor. Çağdaşlık, bütün tarih boyunca vurgulanmış, en üst ve sağlıklı özelliklerin tümüdür, esas konusu insan yaşamının yüceltilmesidir. Önce insan varlığının koşulsuz güvenliğinin sağlanması, sonra düşünme ve ifade özgürlüğü, sonrasında ise insanın, bilginin bütün kaynaklarına serbestçe ulaşma özgürlüğüdür. Bugün için yapılması gereken, Atatürk’ün akıl ve bilime dayalı yararcı demokratik düşüncesini ve çağın yeni oluşumlarını anlayarak, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden ödün vermeden, uluslararası siyasal sistemin bu konudaki dayatmalarına da göğüs gererek “Bilgi Çağı” dönüşümünü gerçekleştirmektir.
Yorum Yazın
Facebook Yorum