Deprem gerçeği…
Elbette üzüntümüz sonsuz… Bunun tarifi bile olamaz…
Deprem gerçeğiyle yaşayan İzmirli, bundan böyle daha sağlıklı önlemler almak, yaşamlarını sürdürecek “depreme dayanıklı binalar”ı tercih etmek zorunda. Burada yetkili mercilere çok, ama çok önemli görevler düşüyor. Devlet terbiyesi ile yetişen, vicdanlı, namuslu insanlarla “deprem öldürmez” gerçeğini beyinlere kazıyabiliriz… İnanın bunu hepimiz yapabiliriz. Yeter ki; deprem sonrası yarattığımız tablo gibi “birlik olmalıyız…”
Bu birlikteliği, enkaz altındaki canları kurtarabilmek için gecesini gündüzüne katan, parmaklarıyla nefes alınacak delikte minik eller arayan vefakar ve cefakar kurtarıcılar için yapmalıyız… Ne kadar ciddi iş yaparsak, onlara o kadar az iş düşer…
Bunu unutmayın… Sağlam yapılar, namuslu yapıcılar, onurlarıyla kontrol edenlerle bizler “deprem korkusu”nu yeneceğiz…
Ölenlerle öldük, sağ çıkanlarla mutluluk çığlığı attık. Yaralılarımıza acil şifalar diledik. Dilemeye devam ediyoruz… İnşallah kayıp sayımız aynı kalır, sağ kurtulanlar yaşamlarına devam eder…
Yazı günü olarak da bir haftayı geride bıraktık. Deprem elbette sayfaları da sarstı… Geçen haftaki yazı bu güne kaldı.
*****
Üçte üç, harika olmaz mı?
Cumhuriyet Bayramımızı coşkuyla kutlarken, biz de üzerimize düşen görevi “karınca kararınca” yerine getirmeye çalıştık…
Hiç beklemediğim bir anda küçük sporcularımızın birisi “Başkanım Karşıyaka ilk yarıyı 1-0 geride kapatmış” dediğinde, şöyle bir baktım ve cevap verdim: “Sen hiç üzülme. Merak etme. Maç 5-1 biter… Kazanacağız... Bugün galibiyet size 29 Ekim hediyesi olacak...”
Hepsi de Kaf Kaf sevdalısı olan, Karşıyaka doğumlu Bostanlıspor’un çeşitli branşlarında forma giyen sporcularımız öyle bir bakış attılar ki, o bakışlar adeta “Başkanım bizim üzülmemizi istemiyor, moral veriyor” derecesineydi…
90 dakikanın sonunda Karşıyakalı futbolcu kardeşlerim beni yalancı çıkarmadı ve taraftarına da “beşi bir yerde”yi anlamlı bayramımızda hediye etti… Dediğim gibi maç 5-1 bitti… Bizim çocuklar şaşırdı, şaşırmasına da… Yapacak bir şey yok. Tahmin tuttu…
Şimdi, kâhin mi oldum?
Elbette “ne alaka” diyeceğim… Sadece önsezi… Görüş! Yılların da tecrübesini eklemek gerekli desem, yalan da olmaz…
Karşıyaka futbol takımına şöyle bir bakacak olursanız çoğunluk kendi alt yapı oyuncusu. Aynen Altınordu FK gibi…
Öncelikle “forma aşkı”yla oynuyorlar. Semtlerini düşünüyorlar. Yüreklerini sahaya koyuyorlar. Profesyonellikte bu olmazsa olmaz… Kendilerinin geleceği için de oynayacaklar. İşte bunlar bir araya gelince biz de böylesine iddialı konuşma şansını buluyoruz… Aksi bir şey olsa, ağzımızı bıçak bile açmaz!..
Takımın “ekip ruhu”nu yerleştirmesi çok önemli. Özellikle de istikrarın oynadığı “başrol” burada devreye giriyor.
Bu nedir?
Teknik ekipteki, yönetimdeki, futbol kadrosundaki, düşünce ve çizgideki istikrar… Bir yenilgiden sonra “Haydi güle güle…” yerine, “Hataları tekrar etmeyelim ve kazanalım.” Bazen de “Size güvenimiz sonsuz” sözü bile başarı için geleceğinin müjdecisi olabiliyor…
Elbette “hatalar zinciri” tespihin taneleri gibi dizilmeye başlarsa, yolun yarıdan fazlası böyle geçilirse, o yol bitmez. İşte o zaman kes biletini!.. Şoför arkası, pençeye yanı…
Koşan takımın yanı sıra kendine öz güveni olan futbolcuların enerjisini sahaya koymasının kazanma arzusunun doruk noktaya ulaşmasını unutmamak lazım. Bu da; bugün için Karşıyaka futbol takımının en büyük avantajı…
Diyeceksiniz ki; bu takım şampiyon olarak “O gece, bu sene”yi gerçeğe dönüştürme şansına ne kadar sahip?
Bekleyip görmek, en iyisi… Şu anda çıkış trendinde olan ekip, düşüşe geçişi en fazla puanla kapattığı an, beklentilerin gerçekleşeceği an olabilir!..
Uzun bir maratonda ilk kilometreleri uzak ara önde tamamlamaktan çok, finişte ipi ilk göğüslemek önemli… Kısa mesafelerdeki sprint koşu, yani hızın önemini anlarım da, böylesine meşakkatli yolda “hep önde kalmak” sizi zafere götürebileceği gibi, nefesi ayarlamak, tempoyu korumak ve rakipleri sezmek, analiz etmek, zaferin müjdecisi olabilir…
Uzun lafın kısası: Tedbiri elden bırakma!..
Aynen Amerikalı psikolog ve yazar Ben Sweetland’in dediği gibi: “Başarı bir yolculuktur, bir varış noktası değil.”
Karşıyaka Spor Kulübü’nde güzel işlerin olduğunu daha önce de belirtmiştim.
Dünyanın şu andaki en büyük belası korona virüsle mücadelenin tüm ülkelerde olduğu gibi bizde de “acil durum. ” Gündemin ilk maddesi. Korumalı, olağanüstü günler yaşadığımız gerçeğinden yola çıkarak, seyircisiz futbolda Karşıyaka’nın zirveye kurulması, basketbolda Pınar Karşıyaka’nın -1 puanla başladığı ligde yine Ufuk Sarıca ile “ben de varım” demesi. Voleybolda genç yönetimin alt yapıdan gelen sporcularıyla mücadele gücündeki yüksek performansı “Üçte üç”lük haftaları çok yaşatacağa benziyor…
Üç branşındaki profesyonellik, alt yapı oyuncularının ağabey veya ablalarıyla bütünleşmeyi çabuk kavraması, “takım ruhu”nu pekiştirmesi, taraftarıyla bütünleşmesi elbette unutulmaması gereken gerçek.
Diyeceksiniz ki; “Seyircisiz spor. Tribün gücü yok.” İşte bu noktada yanılırsınız… Karşıyaka taraftarı tribünde olsa da olmasa da kalplere, ruhlara, beyinlere girmiş ve yer etmiştir… Sporcu sahada onu hissederek oynar, yanındaymış gibi hisseder, kulaklarında “Kaf Sin Kaf” tezahüratları karşılaşmanın her dakikasında duyar ve gücünü %100 kapasite ile ortaya koyar.
İşte bu yıl iyi başlangıç ve “Üçte üç”lerin formülü budur!
Zerdüştlük dininin kurucusu olan, İran’da doğduğu tahmin edilen yazar Zoroaster “Başkaları yararına iyi bir şey yapmak görev değil, zevktir. Çünkü sizin sağlık ve mutluluğunuzu artırır” demiş… Karşıyaka taraftarının düşüncesi de bu yönde. Onlar sizin sağlık ve mutluluğunuzun artması için hep iyi bir şey yapmanın peşinde…
Şampiyonluk gibi…
Yeşil Kırmızılı “Kutsal Forma”yı giyen tüm sporcular bunu unutmamalı… Bu sezon şampiyonluğa ulaşarak yıllardır ağızlarda pelesenk olan “O gece, bu sene”yi gerçekleştirmeli…
Ne dersiniz; “Üçte üç” harika olmaz mı?
Yorum Yazın
Facebook Yorum