Süresi uzayan bir ara sonrası tekrar köşemdeyim. Sanıyorum neredeyse 20 yıl oluyor burada yazmaya başlayalı. Ankara’dan tren ile gelir, şehre çınar ağaçları arasında girer, istasyonda inip biraz yürüdükten sonra bugün bile çok meşhur olan dükkândan simidimi alır, hemen altındaki kahvede çayımı içerek İzmit günümü yaşamaya başlardım. Masada bulunan ve okumaya başladığım ilk gazete, şimdi Taraftar ekinde yazmakta olduğum gazetenin ta kendisi idi…
Peki Ankara’da ne yapıyordum. Orada da günlük ve yerel bir gazetenin spor sayfasında yazmayı sürdürüyordum. Gazetenin adı “Siyah Beyaz” idi. Kulakları çınlasın, Tercüman’ın spor sayfasından tanıdığım Yusuf Yalkın Ağabeyim bu gazetede yazmamı istemişti. O zaman daktilo ile yazar, sonra fax ile gazeteye gönderirdim. Gazete sahibi BJK’lı olunca isim de böyle olmuştu. Başkentte yerel bir köşe yazısı yazmanın ne anlama geldiğini o zaman öğrendim.
Burada yazmaya başlamamı isteyen o dönem Kocaeli Gazetesi’nde çalışmakta olan kıymetli dostum Turgay Şahbenderoğlu idi. Kendisini ziyaret ettiğimde hemen yandaki fotoğrafçıda vesikalık bir fotoğraf çektirmiş ve onu köşedeki yerimde kullanmaya başlamışlardı. Daha sonraki günlerde Erkan Nigiz’i, Erkan Ünal’ı ve gazetenin o zamanki sahibi Tanzer Ünal’ı tanımıştım. Daha birçok gazeteci, muhabir ve teknik işleri yürüten epeyce dost edindim. Spor Müdürüm Hakan Yağcıoğlu, her zaman benim en büyük destekçim idi. Bunu burada yazmaz isem ona çok büyük haksızlık etmiş olurdum…
Diğer yerel gazetelerde zaman zaman değerlendirme ve yorumlarım çıkardı. Spora destek ve okuyucularımızı aydınlatmak amacı ile süreli çıkan dergilerde bile yazmaktan çekinmezdim. Ama son 10 yıl belki de 15 yıldan beri burada yazmayı sürdürüyorum. Şimdi diğer isimleri yazmanın anlamı yok. Neler olduğunu herkes az çok biliyor.
Kuşkusuz bazı eleştiriler almıyor değildim. Aralarından yalnızca Erkan Bey, yazılarımın uzun olmasından şikayetçi idi. Diğerlerinin bana doğrudan eleştirileri olmadı. Konuşuyor, sohbet ediyor veya bir konferans verir gibi yazdığım için klasik köşe yazısı formatına uyum sağlayamıyordum. Neticede okurlarım, öğrencilerim, hakem, antrenör ve yönetici arkadaşlarım yazılarıma alıştılar.
Neredeyse her yazımda bilimden ve olası gelecekten söz eden bölümleri koymadan edemezdim. Sentetik zeminlerin olası kanser etkileri yaratabileceğini yazdıktan 10 yıl sonra NASA bu konuda bir rapor yayınladı. Hakem dostlarımızın yaptıkları kasıtlı olmayan hataları analiz edebilecek bir sistemin devreye girmesini yazdıktan 15 sene sonra VAR sistemi kullanılmaya başlandı.
Netice olarak bazen çeşitli duyumlara sahip olsam da bunları hangi organlarım sayesinde edinmem hep önem kazanmıştır. Şimdilerde kullanmakta olduğumuz Olimpik Hazırlık Merkezlerinin ilk kıpırtılarını da bu satırlarda dile getirmiştim. Ancak geleceğin şekillenmesi ve tasarlanmasında artık farklı bir duruş sergilemeliyiz. Bunun nedenini açıklamada aşağıdaki paragraf bizlere fikir verebilir:
“Dış dünyayı duyumlardan çok algılarımızla tanırız. Duyumlar fazla yalındır. Bu nedenle az bilinçlidir. Dilin tat alması bir duyumdur. Kulağın bir ses işitmesi duyumdur. Ancak dilin aldığı tadın limon tadı mı, kiraz tadı mı olduğu veya kulağımızın duyduğu sesin kapının zili sesi mi, bir keman sesi mi olduğunu anlamamız ise algıdır.”*
Problem demek istemiyorum ama duyumlar ya da algılarla yönetilen bir spor dünyası içindeyiz. Bundan kısa sürede kurtulmak gereklidir. Daha çok hareket eden, hızlı davranan, çabuk fakat doğru kararlar alabilen bir nesil üzerine odaklanmalıyız.
Eninde sonunda bu salgın dönemi bitecek. Şimdiden gelecek için planlarımızı masaya açıp, yol haritamızı çizmeliyiz. Duyumlara ya da algılara bakarak yönümüzü çizmek, gideceği limanı belli olmayan teknenin pupa yelken rüzgara rağmen yapacağı seyirle eş değerdir. Arkada rüzgâr olsa da hedefiniz yoksa bu bir işe yaramaz.
İyi bir hafta dileği ile…
*: Barbara Tversky’den alınmıştır (Mind in Motion).
Yorum Yazın
Facebook Yorum