Son yıllarda yazı yazmayı unuttuk. Her konuda, şu elimizde ve cebimizde taşıdığımız takipçilerimiz ile işi çözüyoruz. Selamlaşmamız, hal-hatır sormamız ve bankacılık işlemlerine kadar çeşitli alanlarda varsa yoksa cep telefonu en iyi yardımcımız gibi görünüyor.
Ancak, havadaki elektrik yüklü iyonlar yardımı ile sağlanan bu iletişimin beyin hücreleri üzerine etkisi üzerine henüz tam anlamı ile doğru bilgilere sahip değiliz. Mikro dalga fırınlarının çalışması ile cep telefonlarının çalışmasının benzer özellikler taşıdığı aklıma geldikçe, doğrusu geriliyorum. Zararlarını bilmesine rağmen sigara içmeyi sürdüren arkadaşlarıma ne diyebilirim ki? Bu konuya başka bir zaman değineceğim.
Benim derdim, klavye ve tuşlara alıştıktan sonra elimizin kalem tutmaz olmasıdır. Kızmayın, sınavlar esnasında adını yazanların isimlerini okumakta güçlük çekiyorum. Hele klasik bir sınav yapmış isem, yazılanları anlayabilmek için bazen çalışma arkadaşlarımdan yardım talep ediyorum. Konuyu açtığım bazı arkadaşlarım ise müstehzi bir gülüşle şunu söylüyorlar: “Hocam sınavlarını test soruları ile hazırla…”
Yazı denilen bu buluş, insanlık tarihimizin ortaya çıkmasını sağladı. Her gün başka gelişmeler yaşanıyor ve bunların çoğu yazıya dökülüyor. Evet sonrasında sayısallaştırılmış (Dijitalleştirilmiş) bilgiye dönüşse bile ‘gerçek kaynak yazılı metinlerdir’ demek zorundayım.
İşin ilginç yanı, dijitalleşme konusunda çalışan binlerce uzmanın önce tasarımlarını yazılı olarak yapmalarıdır. Çoğu bunu reddetse bile unutmayın, “1”ve “0” yazmayı bilmeyenler bu bilgisayar dünyasına adım atamazlardı.
Yazıdan bahsedip, cep telefonu ve bilgisayar dünyasına dalıp gitmeme ne demeli? Klavye alışkanlığı diyelim…
Değerli okurlarım, yaşamınızı, günlüklerinizi dijital ortamlara değil kağıtlara, defterlere yazınız. Dijital dünyaya güven olmaz. Bir gün sabah kalktığınızda tüm bilgilerinizin bu teknolojik araçlardan uçup gittiğini görebilirsiniz. Birkaç defter sayfasına yazıp çizdikleriniz inanın çok daha kalıcıdır.
Evet dijitalleşme, teknoloji şirketlerinin olağanüstü baskıları sonucunda her seviyedeki eğitime nüfus etmiş görünüyor. Kara tahtalardan beyaz tahtalara geçerken, adını kimin koyduğunu hâlâ aramakta olduğum akıllı tahtalara geçtik. Ayrıca, bedava olması gereken internet hizmetine inanılmaz rakamlar ödüyoruz.
Bir zamanlar, bir GSM şirketi interneti bedava kullandırıyordu. Gazeteci arkadaşlarıma bu sistemi öğretmiş ve maçlardan sonra gazetelerine gidip yazı yazmaktansa maçın bitiminde statlarda haber ve yorumlarını yazıp, merkezlerine hızla gönderiyorlardı. Bu hizmet şimdi yok. Var fakat ücreti mukabilinde…
“Benim yazım çok kötü” diyenleri duyar gibiyim. Merak etmeyim kendi yazım da kargacık burgacık gibi… Ama her anlatacağım ders öncesinde notlarımı el yazım ile tamamlıyorum. Sizler de öyle yapın. Pazara gitmeden önce neler satın alacağınızı bir küçük kâğıda yazın. Keza, markete giderken de aynısını yapın. Eğer bu dediğimi yapmazsanız satın aldıklarınızın üçte birinin gereksiz şeyler olduğunu eve gidince anlayacaksınız. Birinin, cep telefonuna da yazılabileceğini fısıldar gibi konuştuğunu hissediyorum!
Yazı, kâğıt, defter derken kalemden bahsetmezsek, Milliyet’ten Mehmet Çelik buna çok bozulurdu. Kalem olarak dolma kalem kullandığımı belirteyim. Bir hattat olmayı hedeflemiyorsanız bile yine de kalemle yazmayı deneyin. Bir şey kaybetmeyeceksiniz. Kurşun kalem konusunu başka zamana bırakalım. O da ilginç bir hikâye…
Yorum Yazın
Facebook Yorum