İnsan, insan olduğunu soluk alıp vermesiyle değil, insanlık ahlakıyla, insanlık vicdanıyla, insanlık adaletiyle anlar. Bu değerler bir insanda yoksa o gereksiz bir varlıktır.
“İnsanca davranmak nedir?” dersek, şu ifadeler çıkar karşımıza: Doğru dürüst insana yakışır durum, adamlık, insanı insan yapan, insanın doğasını oluşturan niteliklerin hepsi, insanın değerini, saygınlığını veren öz, insana yaraşır yaşama ve düşünme ilkesi, insanı sevme, insan sevgisi, insancıl olma.
Ahlak ise, güncel anlamda; toplum içinde kişilerin uydukları davranış biçimleri ve kurallardır, iyi ile kötü arasındaki niyet, karar ve etkinlik farklılığıdır. Halk arasında ahlak, doğru ve haklı olan zorunlu davranış biçimidir. Genel bir görüş olarak bakıldığında ise “üzerinde uzlaşılan, bireyler arası kurallar” anlamındadır. Bireylerin doğru ve yanlışı belirleme ölçüsü olan ahlak; felsefi sorgulamalarda daha çok “etik” adıyla kullanılır.
Adalet kavramını ise derinden incelemek gerek günümüzde.
Sözcük olarak, hak yememek, dengede olmak, ölçülülükten ayrılmamak, insaflı olmak, doğru yoldan sapmamak gibi anlamlara gelmektedir. Adaletin gerekliliği konusunda bütün insanlık aynı görüştedir. İşin ilginç yanı, zalimler bile adalet isteyebilmektedirler. Adalet, sosyal bir varlık olan insanın, toplumda insanca yaşayabilmesi için gerekli olan ilkelerden birisidir. Adalet, hem insanın olay ve olguları anlama biçiminde, hem de tutum ve davranışlarında etkili olan; yüksek güven kültürünün yaratılmasına ve kalıcı olmasına öncülük eden bir ilkedir. Adaleti, bireysel ve toplumsal ilişkilerde dengeli olmak, her şeyi yerli yerine koymak, insaflı olmak, her şeye layık olduğu kadar değer vermek, haklıya hakkını, suçluya cezasını vermek şeklinde de tanımlamak mümkün. Yansızlıktan daha ileri olan, “adaletli” olmaktır. Yöneticiler, adalet duyarlılığından yoksun oldukları takdirde, toplumu umutsuzluğa sürükleyip insanlığın geleceğini karartabilirler.
Adalete en çok ihtiyaç duyulan alanlardan birisi yargıdır. Yargının adalet dağıtamaması, ya da adaleti geciktirmesi toplumda kaosa yol açar. Devletlerin bekası, idarecilerin ve yargıçların adaletli olmaları ile doğru orantılıdır. Her insan, yaradılışı gereği adalet konusunda bir kök bilince sahiptir. Bir başka ifadeyle, insan hayatın doğal akışı içerisinde, neyin adalete uygun olup olmadığını bilir. Adalet kavramının, hem dinin, hem de aklın ortak ilkelerinden olmasının anlamı da bu olmalıdır. Ancak, adaletin ne olduğunu, hangi davranışın adil olacağını bilmek, adaleti gerçekleştirmek anlamına gelmez. İşte tam da burada, yasalar, ahlak ve din devreye girer. Bu üçlü yaptırım, toplumsal hayatın yaşanabilir olmasının en alt koşullarını sağlar. Kendisine saygı duymayan, insan olmanın en büyük onur olduğunun farkında olmayan bazı kimseleri bu üç süzgeç de dizginleyemeyebilir.
Öyle ise, adalet gibi evrensel bir ilkenin yeterince etkin olabilmesi, bireyin insan olma onurunun bilincinde olmasına bağlıdır. Bireyin vicdanında ahlak anlayışında yer etmeyen adalet, yasalarla sağlanamaz. Aslında dinin de yapmak istediği tam olarak budur. Bir ahlâkî değer olarak adalet içselleştirildiği zaman, insan, öncelikle kendisine karşı dürüst olmayı öğrenir; kendisini kandırma hastalığından kurtulur.
Daha güzel bir ülkede yaşamak istiyor muyuz? O halde herkes kendine şunu sormalıdır. Ben ahlaklı vicdanlı şerefli adil bir insan mıyım? İnsan mıyım, değil miyim? Hepimiz bu toplumda insan olabilmeyi ve bunu korumayı başarmalıyız. Ne yapılırsa yapılsın zor da olsa geç de olsa insan ahlakı / şerefi / adaleti / onuru / vicdanı; mutlaka sonunda kazanacaktır. Kazanacaktır, çünkü her yerde her koşulda sonunda hep doğru kazanmıştır.
Yazıyı Özdemir Asaf’ın kısa şiiri ile bitirelim.
İnsansız adalet olmaz
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu!
Ama, olmaz olsun…
Yorum Yazın
Facebook Yorum