Her güne, bir gün öncesinden öngöremediğimiz, yaşamımızı zorlayan, gelecek kaygılarımızı katlayan acı sürprizlerle uyanıyoruz. Depremler, savaş senaryoları, ekonomik kriz, salgın hastalıklar, tecavüzler, kadın cinayetleri. “Çıldırmaya az kaldı” derken o noktaya gelip, kendini öldürenler başladı. Çok acı. Gerçekten çok zor bir dönemden geçmekteyiz.
Depreme ve salgın hastalıklara zaman içinde çözümler bulunabilir. Az zararla atlatılabilir. Sağlam evleri, sağlam zeminlerde yaparak, doğru şehir planlarıyla deprem zararları minimuma indirilebilir. Sağlık sistemini güçlü tutarak, hijyene dikkat ederek, iyi kontroller yaparak, zaman içinde bulunan ilaçlar ve aşılarla hastalıklar yenilebilir. Diğerleri ise zaten insan odaklı problemler. Doğru, adil, ileri görüşlü ve demokratik yönetimlerle, eşit koşullarda, sağlıklı, kaliteli eğitimle aşılabilir sorunlar. Hangisini yapabiliyoruz? İnsanımızı, kadınlarımızı, çocuklarımızı koruyabiliyor muyuz?
Bir hak arayışında polisin kadınlara şiddet uygulamasına, kadınları katleden yaratıkların iyi halden dışarı salınmasına, cezasızlığın yerleşmesine, çocuk evliliklerinin çoğalmasına, kadınların eğitimden ve istihdamdan çekilmesine, siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamdan dışlanmasına, Kadın Bakanlığı’nın bile kaldırılıp “Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı” yapılmasına, İstanbul Sözleşmesi’nin yok sayılmasına... Ve daha nice haksızlığa engel olabiliyor muyuz?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü veya Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadınların cinsiyet ayrımcılığına karşı başkaldırısının adıdır. 150 yıl önce, “eşit işe eşit ücret” sloganıyla, kötü çalışma koşullarına karşı ölümü göze alarak mücadele başlatan kadınlar, isimleriyle anılmasalar da, başlattıkları o yolculuğun kahramanı olmaya bugün de devam etmektedirler.
Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984 yılından başlayarak ise her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya devam ediliyor.
Erkek egemen toplumlarda ve kültürlerde, bu egemenlik sürdükçe kadınların seslerini duyurma çabası hiç ama hiç bitmeyecektir. Eşitlik sağlanıncaya dek bitmemeli de. Çünkü bu egemenlik, iktidarı, gücü, sömürüyü, baskıyı, şiddeti, eşitsizliği büyütürken toplumu da içten içe çürütmektedir. İnsanı çığırından çıkaran bir dolu söylem izliyoruz günlük hayatımızda. ‘Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum’ diye başlıyor, 'eşitlik kadının fıtratında yok' diye sürdürülüyor, kürtaj yasağına, kadının tecavüzcüsüyle evlendirilmesine yöneliyor. Kadın; annelik rolü dışında yok sayılıyor. Böyle söylemler çoğalınca, katiller neden iyi halden serbest bırakılıyor şaşırmamalı tabii ki. Kadına yönelik şiddetin, eğitimsizlik birinci sebebiyse ikinci nedeni bu çağ dışı söylemler, kesinlikle.
Bugün kadına yönelik şiddet ve bu şiddetin tırmanışı, egemen olan genel şiddetin bir uzantısıdır. Ayırımcı ve nefret dilini tırmandırıcı söylemlerdir. Kadın erkek eşitliğinin bir demokrasi sorunu olduğunu anlamayan düşüncedir ve bu zihniyet şiddet üretir.
Bu zihniyet sürdükçe bu durumda böyle sürecektir ve bizler de tabii ki mücadele etmeyi sürdüreceğiz. Başka çözümü yok, çünkü.
Böyle günler; çözümleri üretmenin günleridir.
Değilse de öyle olmalıdır.
Yorum Yazın
Facebook Yorum