Doğan Kuban hocamız, mimar, akademisyen ve aynı zamanda Türkiye’nin en önemli sanat tarihçisi idi. Onu, Eylül’ün sonunda, bu yıl kaybettik. Yeri doldurulamayacak bir bilgeydi. Bedenine sığmayan bir beyin taşıdığını söylüyor öğrencileri. Bilgilerini, deneyimlerini sürekli paylaşan, topluma aktaran, iyimser ama gerçekçi, hümanist büyük bir değerdi. Yazılarında daha adil bir dünya için neler yapılması gerektiğini anlatırdı hep. Herkes için Bilim ve Teknoloji dergisinde önce onu okurum hâlâ.
Son yazılarından birinde, “dünya tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyoruz” diyordu. “Egemenliği elinden kaçırmak istemeyen güçler, savaş dahil her şeyi deniyorlar. Türkiye’deki sorunların büyük çoğunluğu evrensel sorunların uzantısı” diyordu. “Toplumları kolay yanıltan iç ve dış güçler çok fazla” diye de ekliyordu.
Onun her yazısından yeni ve değerli bilgiler öğrendim.
“Gerçekten de bu toplum, tarihini televizyondan öğreniyor” diyordu. Okumayan, ağaç yerine bina diken, her yeri betonla kaplayan bir toplum olmamızdan yakınıyor, tüketim esasına dayanan ve başarının temel göstergesinin para kazanmak olduğu şeklindeki kapitalist düşüncenin baş temsilcisi Amerika’lılardan öğrendiğimiz “Zenginsen başarılısın, büyüksün ve güçlüsün” öğretisinin, politik yalanların da çıkış noktası olduğuna inanan Kuban; Cumhuriyetin çağdaş, aydınlık bir hocasıydı ve bizler gibi Ata’mıza hayrandı. Onu saygı ve sevgiyle anıyoruz.
Bugün gerçekten de ülkemizin ana sorunu; örgütlenememiş 80 milyonu aşkın nüfusun az üretmesi, az yaratması, çok tüketmesi ve eğitim seviyesinin düşük olmasıdır. Bu ülke10 milyon nüfusla kuruldu, oysa.
Zaferle biten savaşın başkomutanı, büyük insan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra çok kısa zamanda ülkede her alanda eşi görülmemiş bir sıçrama, gelişme yaşandı. Sonraları çıkan büyük sorunlarla uğraşmaktan, gereken gelişmeyi sürdüremeyip, oluşan kültürel boşluğu ise tam dolduramamış, bilim ve sanayide yeterince gelişme sağlayamamış olsak da, ülke olarak hâlâ çağdaş insanlara sahibiz. Demokrasiden, insan özgürlüğünden, kadın haklarından, çağdaş öğretimden haberi olan milyonlar var, neyse ki. Türkiye’nin çağdaş yüzünü, bir politik bilinçle uygar dünyaya gösteren bu aydınlık insanlar, Cumhuriyetimiz sayesinde günümüze ulaşabilmiştir.
Bu aydınlık; Kurtuluş Savaşı sonrasında ordunun Mustafa Kemal önderliğinde ülkeyi kucaklayan yönetiminin, tüm tarih kitaplarına geçmiş ve bugüne kadar söndürülemeyen kararlılığının sonucudur.
Türkiye’nin aydınlanma devrimine katılımı Cumhuriyet ile başlar. Bu olağanüstü dönemde Türk devletinin dayandığı iki ana temeli Büyük Atatürk tanımlamıştır. Bunlardan birincisi “Türk dili”dir.
Türklerin en büyük tarihi mirası dilleridir. Bugün yabancı dillerden almak zorunda olduğumuz bilimsel sözcükler olsa da, Atatürk’ün çok gelişmiş bir tarih bilinci ile bu topluma ısrarla hediye ettiği Türk dili, en değerli mirasımız ve kimliğimizin temelidir.
İkincisi ise “Türk kimliği”dir. Kozmopolit Osmanlı’dan “Türk’üm”e gelinen bu süreçte vatanı yaşatacak olan Türklerdir. Zaferden sonra yok olan imparatorluk ve Osmanlı imgesi yerine konan Türk imgesi; halkın hakkı ve kimliğidir.
Ulusal kimlik ülküsünün yaratıcısı Atatürk’tür.
Çalışmak, boşuna yorulmak demek değildir, zamana göre bilim ve teknikten, uygar buluşlardan en üst düzeyde yararlanmak demektir. Uygarlık yolunda başarı, yenileşmeye bağlıdır. İlerlemeler insan fikrinin eseridir. Fikirleri harekete geçirmek gerekir, bunun için düşünüleni serbestçe söylemek, yazmak ve girişimde bulunmak lâzım. Bu da ancak “harekette özgür olmakla mümkündür” demiş Ata’mız..
Daha ne desin. Bize de uygulamak düşer.
Bu olağanüstü insanı; kaybının 83’üncü yılında sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz.
Yorum Yazın
Facebook Yorum