Mutluluk kendimize değer vermektir.
Karşınızdakiyle gülümseyerek konuşmaktır. Bir çift tatlı sözdür, yumuşacık bir dokunuştur. Affetmektir, özür dilemektir, sevmektir, sevilmektir.
Mutluluk elimizde olanlara sevinmek, olmayanlar için ise üzülmemektir.
Her zaman, bizden daha iyi durumda olanları değil, bizden daha zor durumda olanları düşünmektir. Yardım etmek, vermektir mutluluk.
Birazcık işleri ertelemek, hayatın frenine basıp birazcık yavaşlamak, kendimize zaman ayırmaktır mutluluk.
Bir çiçeği gördüğünde ona tebessümle yaklaşmak, onu koklamaktır. Bir çocuğu gördüğünde onu okşamaktır….
Mutluluk; TDK sözlüğünde “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşmaktan duyulan kıvanç durumu” olarak tanımlanmakta olup, şimdiye dek sayısız değişik tanımları yapılmış görece ve göreli bir kavramdır.
Herkese göre değişen bir kavram, mutluluk.
“Mutluluğu ararken süreçte değil sonuçta arıyoruz genelde” diyor uzmanlar. Ya çok geçmişe ya da geleceğe konumlandırıyoruz kendimizi. Ya çocukluk ve gençlik anılarımızda arıyor, ya da emekliliğimize saklıyoruz onu. Oysa mutluluk, ne gelecekte ne de geçmişte. Mutluluk daha çok şu anda. Çünkü mutluluk bir sonuç değil, bir süreçtir, diyorlar.
Yaşamınızın en anlamlı anlarını anımsamaya çalıştığınızda, alışılagelmiş olaylardan çok, “flaş” olaylar gelir aklımıza. Bir doğum, bir seyahat, bir evlilik, bir terfi vb. Halbuki araştırmalar, yinelenen sıradan işlerin yaşamı daha anlamlı kıldığını ortaya koyuyor. Anlam ve mutluluk arasında direkt bir ilişki var.
Tarih içinde insanlar yaşamın anlamını başka başka şeylerde aramışlar. Esasen bu konuda üç unsur öne çıkıyor: Önem, amaç ve tutarlılık. Düzenli bir yaşamın getirdiği uyum, daha başka hedefler için bir zemin oluşturuyor. Çalışma ortamını düzenli tutmak, dostlarla hafta sonu bir akşam yemeğinde bir araya gelmek, her gün aynı yolu gidip gelmek ve yapacaklarının bir çizelgesini tutmak bile hayatımıza anlam katabiliyormuş. Mala değil, deneyimlere para harcayan insanlar daha mutluymuş genelde. Konser, gezi ve çeşitli etkinlikler; bir mala yatırım yapmaktan daha fazla etkili. Ödüle kavuşma beklentisinin ödülden daha değerli olması, insanı daha çok mutlu etmesi de şaşırtıcı. Bu durumun, kişinin kimliğiyle daha çok ilgili olmasından kaynaklandığı düşünülüyor. Kişiler yaptıklarıyla kendilerini tanımlıyorlar. Bu nedenle deneyimler daha fazla doyum sağlıyor. Anlık mutluluklar kişiye kendini iyi hissettirse de kısa süre sonra etkisi hızla azalıyormuş.
Tabii ki en önemlisi, kişinin kendi mutluluk düzeyini denetlemeye kalkmaması gerektiği söyleniyor. Zorla mutluluk olmuyor, çünkü. Zamanı akıllıca planlayıp, hoşnut kalacağımız ve inandığımız şeyleri yapmak yetiyor aslında.
Olumlu olan her şeye öncelik tanıyanların, farkındalık, esneklik ve iyi ilişkiler gibi toplumsal kaynaklara sahip oldukları görülmekte. Kimileri için bahçe işleri, mutfak işleri, tamirat vb, kimileri için de dostlarla olmak, bir vakıfta bir yardım derneğinde çalışmak ve bir şeyler katmakla daha çok mutluluk duyuluyor. Hangisi daha fazla mutlu ediyorsa, yaşantımızda onlara yer açmak, onlarla vakit geçirmek, yapılabilecek en doğru davranış.
Socrates, Epikür, Nietsche, Montaigne, Yunus Emre gibi büyük düşünürler bilgelikleriyle iz bıraktılar. Hepsi de mutluluk üzerine konuştular. Yaşanmışlıkları, düşünceleri ve eserleriyle aydınlanmamıza büyük katkı sağladılar. Onlara her zaman şükran duyduk, seslerini dinledik, düşüncelerini hissettik. Ancak iç pusulamız her daim ağır bastı. Bu pusula, hangi yolda nasıl ilerleyeceğimizi, bilgi ve deneyimi nasıl özümseyip algıladığımızı belirledi.
Sonuç olarak; “düşünme sanatı” olan felsefenin hayattaki en güzel sonucu, mutlu olma çabasının odak noktası olduğu bir “yaşama sanatı”dır.
‘Hayat bir mucizedir, ömür ise bu mucizeye bir süreliğine dokunan bir armağan’ Bunun değerini bilmek ve mutlu olmak ise esas bizim elimizde.
Yorum Yazın
Facebook Yorum