Sporun hangi dalında olursa olsun… Aslında “hayatın dört bir yanında” geçerli olan bir sözdür: “Herkes kendini anlatmayı sever. Sen ise konuştuğundan fazlasını sor ve dinle…”
Bu sözden yola çıkarak, insanoğlunun her şeyi bilmesine imkân ve ihtimal olmadığını söylüyor, bu konuda da iddia ediyorum.
Elbette kendisini beğenen ve seven insanlar kadar, çok konuşan, az iş yapanları yakından tanımıyor da değiliz… Bu tipler, gün içinde prim kazandıklarını zannediyorlar ama sonuçta hep kaybeden oluyorlar!
Hiçbir zaman, şartları zorlayıp kendini överek anlatmayan, sürekli öğrenmek için soran birisi olarak Emerson’un “Gerekeni yap ve güce sahip ol” sözünün ne kadar güzel olduğunu vurguluyorum.
Hafta sonunu alınan izinle doğada yarışmaları izleyip geçirdim. Pazar günü gittiğim ve hayal kırıklığı uğrayıp da, başkan olarak “Böyle organizasyonlara bir daha katılmayın” dediğim ender konuşmalardan birisini yapmak zorunda kaldım…
Aslında organizasyonun kahramanları; gerekeni yapmayan, kendisini beğenen, her şeyi bilen ve bildiğini iddia eden veya edenler… Bu o kadar açıktı ki… Aynaya bakmalarına bile gerek yok!..
Karşıyaka Kaymakamlığının büyük çabaları sonucunda Orman Bölge Müdürlüğü ile Karşıyaka İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün ortak projesi olan “Çocuk Ormanı”na “gitmez olaydım” dedim… Öncelikle buradan bahsetmek gerekirse, harika bir projenin en önemli parçası doğanın güzelliği... Dağın yamacındaki dere yatağından son yağışlardan sonra az da olsa akan, size melodi gibi gelen suyun sesi… Kuş cıvıltıları, yemyeşil ağaçlar, hafif yokuş olan patika koşu yolunda sevdiklerinle yürümek…
Bu güzelliklerde insanın spor yapmasını bırakın, yaşamı sevmesi, delicesine bağlanması çok doğal…
Şimdi siz, “daha ne istiyorsun? Biz eve hapis olmuşuz sen doğayla baş başasın…” diyorsunuz değil mi?
İşte bu; sizin benim anlattıklarımdan yola çıkarak gözlerimizi kapatıp kurduğumuz hayal!..
Akan suyun içinden arabayla geçerken, otoparka gidemedik. Yol suyun getirdiği taşlardan dolayı çukurlarla dolu ve engebeli… Son yağışlardan sonra doğadaki doğallıklardan birisi bu… Başka çaremiz yok. Arabanın altıda vursa, üstü de… Suyun içinden de geçeceğiz!..
Alana girdiğimizde, yağan yağmurun toprağı fazla ıslatarak çamur yapması gerçekten doğal ortama yakışmış… Ama etraftaki o pislik nedir? Aman Allah’ım!.. Biz çocuklarımıza bunları göstermeye mi geldik?.. Adeta doğa katledilmiş… Her tarafta kırık cam şişeleri, yemek konulan plastik kap kaçak, çatal bıçak… Kartonlar, çıkan hafif rüzgârda dallar arasında uçuşan kâğıtlar… Yer yer yakılan ateşin bıraktığı izler… Kapkara odun, kömür artıkları… Çocuklar için yapılan ancak bakımsız kalan oyun bahçesi… Adeta insanın içi kararıyor…
Veliler “aman oğlum. Aman kızım dikkat et… Sakın düşmeyin her taraf cam kırıklarıyla dolu…“ demekten yanlarında getirdikleri çayı içmeye fırsat bulamadılar…
Ve en kötüsü ne biliyor musunuz? Kapıları olmayan, kırık dökük, görülmemesi gereken tuvaletler!..
İşte o an; Aziz Nesin’in sözü aklıma geldi: “Kirli çevre insanın ruhunu kirletir, kirli ruhlar çevreyi kirletir."
Nokta!
Aslında eğer sen doğaya zarar vermezsen doğa sana asla zarar vermez. Bugün yaşadığımız çevre felaketleri bu insanoğlunun bilerek veya bilmeden doğaya yaptıkları katliamın sonucudur.
Elbette insanoğlu suçlu. Bu konuda herkes hemfikir. Ancak yapılan güzel bir projeyi de yaşatmak onu yapanlara ve yaşatmaya çalışanlara bağlı.
Lütfederek, arada sırada yaptıkları eserin yerinde olup olmadığını, “ne durumdadır” diye merak ederek birkaç kilometrelik yolu aşarak gelmiş olsalardı, o gün spor yapmaya giden çocuklar böyle değil de, kitaplarda gördükleri ve hayal ettikleri fotoğrafla karşılaşacaklardı…
Şimdi soruyorum size: Geleceğimiz olan çocuklarımıza bunları yaşatmak hakkımız mı?
“Küçücük bağışlarla büyük mutluluklar kazanmak büyüklüğün bir ayrıcalığıdır” diyen Friedrich Nietzsche’nin bu sözünden yola çıkılsa, bugün Örnekköy’deki Çocuk Ormanı açıldığı ilk günkü mutluluğunu yaşıyor olacaktı…
Bakmayan kadar, orada yarışma düzenleyenin de suçu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Eğer burada yarış düzenleyenler ellerinde hazır harita var diye, “vurdumduymaz” olacaklarına birkaç gün önce giderek alanı görmüş olsalardı, her türlü tedbiri alabilirlerdi. Ama gidip baktılarsa da; hiç vakit geçirmeden göz doktoruna gitmelerini şiddetle öneriyorum…
Bazı sporlar var ki, idealist insanlarla bir yere gitmek için çaba harcanır. Ancak bazıları da sadece başka emellerinin peşinde koşarak “laf salatası” yaparak, çokbilmişlik taslayıp, günü kurtarmaya bakar… Çokbilmişlik insanı çok fazla hataya düşürür. Nitekim de aynısı sözü ettiğim yarışmada oldu…
Bu ikisini çok iyi ayırt etmek gerekiyor.
Albert Einstein ne demiş: “Cehalet ne güzel bir şey, her şeyi biliyorsun…”
Bizim işimiz de; suçlu veya suçluları aramaktan çok, doğanın güzelliği gibi “güzel insanlar”la, güzel işlere imza atılması… Sporun gerçeği olan doğru ve kurallara uygun olarak yapılması… İşte en büyük isteğimiz ve arzumuz…
Çağımızın yaygın hastalıklarından birisi de “çokbilmişlik hastalığı.” Maalesef tıp henüz buna çözüm bulamadı…
Ledric Dumont’ın sözünü anımsadım: “Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.
Yorum Yazın
Facebook Yorum