"Efendim, ben neden birileriyle tanışırken 'Merhaba, ben emekli öğretmen…' diyormuşum, yayımlanmış bu kadar kitaba karşın diğer sıfatlarımı, yani yazar yanımı takdim etmiyormuşum. Ardından garip bir rastlantı, dün de bazı ilaçlar için uğradığım eczanedeki kalfa, işe yeni başlayan birine beni 'Kendisi yazar ve şairdir' diye tanıtmaya kalkışınca 'Hayır kızım, dedim, ben emekli bir öğretmenim, hepsi bu.'
Şu kültür çölü ülkede kasım kasım 'Ben yazarım', 'Ben şairim' diye dolansanız kaç para, dolanmasanız kaç!
Sanki yazar ya da şair filan olunca başınız göğe erecek, saygı göreceksiniz. Birkaç edebiyat ve kitapsever dışında başka kimin ilgisini çekebilir, hayranlığını kazanabilirsiniz ki!
Kaldı ki, hiçbir gerçek yazar ya da şair, kendini 'Ben yazarım' diye tanıtmaz, adını söyler. Onun yazar ya da şair olduğunu karşı taraf bilirse bilir, bilmezse de orada takılı kalmaz.
Eskiler, 'Züldür' derdi.
Ben Hilmi Yavuz’un sadık öğrencisi, şair V. Bahadır Bayrıl’dan duymuştum: Günlerden bir gün Fazıl Hüsnü Dağlarca, Kadıköy iskelesine doğru yürürken genç biri önünü keser ve elini öpmeye davranır. Dağlarca, 'Sen de kimsin?' diye sorar. Genç adam, 'Efendim ben şair Falan Filan' der. Der demez de Dağlarca’nın bastonu sırtına iner. 'Ulan eşşeoğlusu!' der Dağlarca, 'Ben o kadar kitaba karşın kendime şair demiyorum, sen ne zaman şair oldun!'
Dağlarca’ya atfedilen bir başka anı var ki, ibretliktir: Aceminin biri şiirlerini sakladığı defterini Dağlarca’ya gösterir. Dağlarca, deftere hiç bakmadan masanın kenarına doğru iter ve şiir heveslisi gence, 'Tamam' der, 'Bu burada dursun. Şimdi git, kırk defter daha doldur, kırk birinciyi al, bana getir.'
Yazar ya da şair olarak tanınmak bazılarını tamamlıyor sanırım.
İnsan kendinde bir eksiklik hissetmese üç-beş satır karaladı diye kendini neden öyle tanıtsın? Bazıları var ki, yazar-şair olduğunu belirten kartvizit bile bastırıyorlar:
Kimi eğitimci yazar, kimi avukat şair, kimi hem yazar hem şair ve -diyelim- doktor…
Özellikle büyük kentlerin taşrasında yaşayanların bazıları, birbirlerine 'sevgili şairim', 'sayın yazarım' diyerek akıllarınca yüceltiyorlar.
Eser, kimselerin umurlarında değil.
Ne yazmışlar da ne etmişler de el çabukluğu marifet yazar/şair olmuşlar? Üç-beş yağcının dışında onların yazarlığını kim biliyor, kimin umurunda? Kerametleri nereden geliyor? Bilen yok. Yani ortada top yok tüfek yok, gülle Bayburt’u dövüyor..."
****
Alıntı, Aydoğan Yavaşlı 'nın okuduğum son köşe yazısıydı, Salı günü İZ Gazete'de yayımlanmıştı...
Çocuk ve İlk Gençlik Edebiyatı'nda usta isimdi...
Bir hiciv erbabıydı aynı zamanda...
Onu en iyi tanıyan "Kadim Dostu" Yaşar Aksoy Büyüğümüz neden
"Öldükten Sonra Dirilen Yazar" demiştir Yavaşlı'ya?
Buyrun Aksoy'a;
"Sivas olaylarının ertesi günü, bazı yayın organlarından yayılan haberlere göre Egeli yazarlardan, vefalı dostum 'Aydoğan Yavaşlı' yaşamını yitirmişti. TRT-2 ve Star televizyon kanalları, ölenlerin arasında onun ismini de saymıştı. Söylenti kulaktan kulağa hızla yayıldı. İzmir’den çok uzaklardaydım. Telefonla ulaştığım edebiyatçı ve eleştirmen büyüğümüz Turgay Gönenç, 'Aydoğan’ın ismini' tv'lerin bildirdiğini söyleyince, güçlükle bağlantı kurduğum çürük çarık telefon kabinesi başıma yıkıldı sanki.
'Vay sevgili Aydoğan kardeşim!..' diye kıvrandım. Aydoğan’ı ve diğer yazar ve sanatçıları Sivas’a davet eden Aziz Nesin’e verip veriştirdim. Aydoğan’ın değerli eşi Melahat Hanım şimdi ne yapacaktı? Evlatları Alper ve Doğukan kardeşlerim, babasızlığa nasıl dayanacaklardı, üstelik Madımak Oteli’nde yanıp kavrulmuş bir yazarın çocukları olarak bu eziyeti yaşam boyu nasıl çekeceklerdi?
O günkü gazete ve TV haberlerinde 30 kadar kayıp ismi sayılıyordu. Ülkemizin en değerli yazarları, edebiyatçıları, sanatçıları vahşice kundaklanan bir otelde yanıp kül olmuştu.
"Yaşar Aksoy' ismini yıllar önce takma isim olarak kullanan yazar Asım Bezirci ağabey de kavrulmuştu. Ülke çapında protesto ve nefret dalgaları çığ gibi büyümekteydi.
(...)
'Off, ulen off...' diye çığlık attım. Bir karabasan gelip içime çöreklendi, beni yiyip bitirmeye başladı. Vayy.. Aydoğan’cık vayy..
Keşke gitmeseydin be oğlum Sivas’a.. Kan gövdeyi götüreceği önceden belli değil miydi?
Ama durduramazsın ki bizim oğlanı.
Öylesine yurtseverdir. Fırlar gider!.. Vahh ki vahh. Yandı gitti yavrucak.. Muradiye’nin delişmen evladı, yandı gitti be Mevlam.
Bir ağacın altında boş bank bulup çöktüm. Aydoğan’cığı düşündüm. Şimdi ona 'Şehit' mi diyecektik? Hele hele, nasıl 'merhum' diyebilirdik?..
Adam, sapına kadar muzip...
Anadan doğma hicivci... Şair Eşref ayarında bir alaycı ve kalaycı...
Sipsivri dili, ustura gibi keskin kalemi var. Kendisine şehit, mehit, merhum filan dedirtir mi?.. Öte taraftan bir topa tutar ki adamı, kaçacak delik bulamazsın.
Oturduğum yerde yarım saat kadar Aydoğan’ı düşündüm.
Arnavut kabadayısı incecik silueti, bıçkın delici bakışları, gevrek gevrek gülüşü, engerek gibi sokucu kalemi, inatçı mücadele azmi, engin kültürü ve kara mizah örneği esprileri ve başını her an belaya sokacak serüvenci mayasıyla Aydoğan’ı, bir türlü öte aleme yakıştıramıyordum.
(...)
Aydoğan’cık, tam Mustafa Kemal’ci, toplumcu özelliklere ağır basan inançlı bir anti-emperyalist yurtseverdi.
Amerikan karşıtıydı...
Halk çocuğuydu...
Fedakar bir ilkokul öğretmeniydi...
Hiç bir yere milim satılmamış, berrak bir aydındı...
Yakın arkadaşını minicik çıkarı için satacak, beş para etmez edebiyatçı yazar vurgunculardan değildi.
Ne yazık ki o yıllar, ilerde başına gelecek felaketlerden, ihanetlerden, hançer acımasızlıklarından haberi yoktu.
Attila İlhan bile, onun bu tavizsiz ve sorgulayıcı edebiyatçılığı karşısında, 'Yavaş gel bakalım, Yavaşlı..' diye onu göğüslemeye mi çalışmıştı?
Böyle bir laf aklımda kalmış. (Tarihe not: Afacan Aydoğan, bir gün söyleşi yaptığı Attila İlhan’a, 'Romanlarınızda hep içki alemleri, piiz durumları geçiyor, oysa alkol ile aranızın olmadığını söylüyorsunuz, peki öyleyse bu malumat-fruşluk (çok bilmişlik) neyin nesi?' diye sormuş.
Attila İlhan cingözün tekidir, cevabını yapıştırmış:
'Evladım Aydoğan, ne yani, Agatha Christie çok cinayet romanları yazıyor diye, seri katil midir bu hanfendi?..')
Akşam saatlerinde gazeteden yeni bir haber geldi: 'Aydoğan yaşıyormuş!..'
Hatta burnu bile kanamamış..
Dirilmiş mi bizim Arnavut?Yok canım, ölüm haberi balonmuş.
Kerata, Anadolu Ajansı’na demeç bile vermiş.. Yaşadığını dünya aleme çalımla ilan etmiş..
Vallahi yaşıyormuş, billahi yaşıyormuş!
'Ah ulen Aydoğan!' dedim:
'Çektin yine numaranı...'
(...)
Mustafa Kemal, Hasan Tahsin
ve Şehit Kubilay’ı yazdı.
Ben Mustafa Kemal...
Ben Hasan Tahsin...
Ben Öğretmen Kubilay...
Bu kitaplar, Ege’mizin tanınmış yazarı Aydoğan Yavaşlı’nın özellikle öğrencilerimiz için hazırladığı nefis araştırma kitaplarıdır.
Türkiye çapında aranılan ve özellikle okullarda tüketilen bu üç kitap için, (Bir kaç yıl önce atardamarı patlamış, bypasslı) Aydoğan Yavaşlı ülkemizde bir çok kentte, özellikle İstanbul okullarında imza günleri düzenlemekte, binlerce öğrenciye kitaplarını imzalamaktadır..."
****
Çocuk ve ilk gençlik edebiyatı alanındaki eserlerinin yanı sıra mizah ve ironi tarzındaki eserleriyle de dikkat çeken yazardı Aydoğan Yavaşlı.
Güzel Türkçemiz ile çok iyi dosttu.
Sözcüklerini adeta bir kuyumcu titizliğinde seçer ve kurgusu muhteşem kitaplar yazardı.
100'den fazla kitapta imzası vardır.
"Aydoğan Yavaşlı, mizah kitaplarında genellikle sanat türlerini ve sanatçıları ele almış ve onları bazen sert bir şekilde eleştirmiş bazen de alaycı bir şekilde okuyucuya sunmuştur. Tarık Dursun K., yazarın Ne Alaka? adlı eseri hakkında 'Yavaşlı, şekere buladığı mermileri gene hayatın gülünesi, bir anlamda da düşünülesi yanlarına gönderiyor. Bu, kimi zaman bir sanatçının yaşadığı trajikomik öykü oluyor, kimi zaman da sıradan insanların gündelik kaygılarının, sevinçlerinin pek açığa çıkmayan dili...' demiştir.
****
"Eserlerinde her şeyin dünya değiştikçe değiştiğini, eskinin sıcaklığının, vefasının, merhametinin yerini başkalığın aldığını, büyük şehirlerle birlikte hayvanların yaşam alanlarının azaldığını dile getiren yazar, yeni neslin çocuk yaştan itibaren çevre bilinciyle, doğa ve hayvan dostu olarak yetişmelerine aracılık etmiştir.
Yazarın, şiir, hikâye, deneme gibi çeşitli türlerde verdiği eserleri Adam Sanat, Cumhuriyet-Kitap, Ege Telgraf, Yeni Asır, Adam Öykü, Dönemeç, Varlık, Sincan İstasyonu gibi çeşitli dergilerde yayımlanmıştır..."
(İZ Gazete)
****
Her zaman kaleminin namusuna sahip çıkmış Aydoğan Yavaşlı, geçirdiği rahatsızlık sonucu -arkasında onurlu bir isim bırakarak- aramızdan ayrıldı.
"Ölümün de şereflisi var..."
Birhan Eroğlu ne güzel yazmıştır;
“Halim yokuzun uzun yazmaya,ben eksildik diyeyimsen anla...”
Anısına, edebiyata bıraktığı izlere ve renklere saygıyla...
Yorum Yazın
Facebook Yorum