Ne zaman duayen ustalarımız için “emekli gazeteci” deseler, biraz da sitemle “gazetecinin emeklisi olmaz” cevabını veriyorum. Gerçekten de gazeteci, gazeteci ise emekli değildir…
Başta ustalarım; Öcal Uluç, Okan Yüksel, Ünal Tümin, Tayfur Göçmenoğlu, Hamdi Türkmen, Tayyar Özdemir olmak üzere bir döneme imzaları atan gazetecilerin köşe yazılarını takip ediyor musunuz bilemiyorum? Okuyanlar çok iyi bileceklerdir. Yazıların tamamı haber yönünden “dört dörtlük”, yol gösterici ve öğüt verici… Canınız sıkılmadan, bir nefeste okuyor ve “neden bitti” diye soruyorsunuz?
Yaşı 85’i çoktan aşan, eli gençlerden daha iyi kalem tutan Erdoğan Arıpınar’ın kısa ancak öz yazılarındaki mesajlarını algılayanların gündem yarattığının farkında mısınız? Ya Okan Yüksel’in kaleminden dökülen satırlarına ne demeli? Her kelimesinde hayattan kesitleri görmek olası, mesajla dopdolu.
Daha çok örnek verebiliriz… Ama lafı fazla uzatmaya gerek yok… Bu arada köşe yazan diğer yılların gazetecilerinin isimlerini yazamadığımız için kırılmasınlar. Af ola!..
İzmir’in “Foto Muhabiri dönemi”nden ayakta kalan ustalarından Esat Erçetingöz son zamanlar da sosyal medyada haberler, duyurular ve fotoğraflarıyla gündem yaratıyor. Sosyal medyada Esat’ın özel takipçilerin olduğunu biliyor musunuz?
İzmir magazin gazeteciliğinin unutulmaz ismi Kenan Seven’in ilerleyen yaşına karşın sihirli objektifinden sunduğu gezi fotoğraflarını görme keyfi ne kadar anlamlı. Fotoğraflara baktıkça, kendinizi olayın tam ortasında buluyorsunuz… Anı yaşıyorsunuz, adeta…
Hele Hürriyette on beş yıl birlikte çalışma şansı yaşadığım, pek çok olayda omuz omuza haber yaptığım Aykut Fırat’ın objektifinden yaratılan fotoğrafların günümüze kadar gelmesinin anlamını ne denli değerli, ah bir bilebilseniz…
Halil Hüner, yaşta ve meslek kıdemi olarak bizden geride ama tek başına TGS İzmir Şubesini sırtlamış götürüyor…
Söz foto muhabirliğinden açılmışken, devam edelim…
Birlikte çalışmanın onuru içinde olduğumu her zaman itiraf ettiğim ve çok şeyler öğrendiğim foto muhabiri sevgili ağabeylerim Aydın Atar, Mehmet Ali Okumuş, rahmetli Gazanfer Karpat, Mehmet Ali Varış, rahmetli Celal Yılmaz bu mesleğin çilekeş foto muhabirlerinden, son ustalarıydı…
Onların gördüğü sadece enstantane, olay, fotoğraf, sadece bakış açısı değil. Bir sevda, bir aşk… Hem fotoğrafçılığa, hem de mesleğine… Hem de ölesiye bir aşk!
Ben gazetecilikte üç nesil ile birlikte çalışmanın avantajıyla çok bilgi sahibi oldum, büyük deneyim kazandım. Benden önceki ustalar, yaşıtlarım ve öğrencilerimiz… Mektepli değil, alaylıydım. Matbaada çıraklıktan başlayan bu meslek bana inanılmaz dersler vermişti… Öğretmek kadar öğrenmek de önemliydi… Öğrendiklerimi öğretmenin mutluluğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum… Sadece öğretmek mi, şimdilerde bile çok şeyler öğreniyorum…
Yeni nesilden söz etsek Metin Aydınoğlu’nun meslekteki azmi var… Hürriyet’e, yanıma ilk geldiği günü hatırlıyorum. Tıp’ta okuyan ancak spora ve gazeteciliğe gönül vermek isteyen genç bir kardeşimizdi… Zevkle okuduğumuz bugünkü yazıları o günlerdeki öğrenme isteğinin en güzel belgesi… Yenigün’de tanıdığım, bugün 9 Eylül Gazetesi’nin spor müdürü olan Mutlu Yılmaz’ın “Dünya Fair Play Fotoğraf Yarışması”nda aldığı birincilik, mesleğimiz ve İzmir için gurur kaynağı. Mehmet Ali Okumuş’tan sonra 2. Dünya fotoğraf şampiyonluğu Mutlu Yılmaz ile geldi… Fotoğraf denince Kenan Çimen’i de unutmamamız gerekli…
Ekspres Gazetesi’nin Akhisar muhabiriyken tanıdığım, meslek ve özel yaşamımda çok şey borçlu olduğum Ertuğrul Kale’nin teklifiyle geldiğim Hürriyet’te, Kale’nin önümü açması ve rahmetli Çetin Emeç’in “sen köşe yazacaksın” demesiyle birlikte hayatım değil, görüş açım değişti… Mesleğime daha sıkı sarıldım, daha çok çalıştım, daha fazla öğrendim, yaratıcı olmaya özen gösterdim… Sedat Simavi’nin ilkelerinden sapmadan doğru, dürüst gazetecilikte çok kalemler kırdım… Elbette kırılan kalpler de olmadı değil…
Hürriyet’in halen konuşulan “efsane spor servisi”ndeki kahramanları tahmin edebilirsiniz… Bunlardan birisinden söz edeceğim. Onu tanıdığım günü unutmama imkân yok. Davetimle gazeteye geldiği ilk günü de… Verdiğim ilk fotoğraf makinesini, işe ilk gönderişimi, ilk deplasmanını, uçağa ilk binişini… Bugün de çok iyi hatırlıyorum…
Yaratıcı, istekli, tuttuğunu koparan ancak mahcup çocuktan, dünya çapında bir fotoğraf ustası… Ona bizim çocuklar “Doktor” lakabını taktılar. İlk kez görüp de takdim sonrası “Hangi branş” dediklerinde, nasıl cevap verecekti tıp doktoru olmayıp, çektiği fotoğraflar için ona böyle seslenildiğini…
Bir gün mutlaka her birini yazmamız şart oldu. Bizim efsane ekibin yarattığı mesleğimizin iyilerinden biri olan Sedat Yılmaz’dan bahsediyorum… Her yıl en az bir ödülle taçlandırıyor kendisini… Yine büyük bir ödül kazandı… Şahsına özgü kişiliği, sevecenliği, iyi niyeti, insancıllığı, mesleğindeki ustalığından, kim ne derse desin “adam gibi adam”lardan birisi…
Ölünceye kadar kendisine kefilim…
Genç gazetecilere en yakın örneklerden Sedat Yılmaz için sadece futbol fotoğrafı çekiyor demek yanlış olur. Hürriyet’teki efsane kadrodan yetişenlerin hepsi futbol değil, gerçek spor gazetecisiydi… İşte meslektaşlarıyla aradaki fark bu!..
Diyoruz ya… Gazeteci ise emekli olmaz diye… Yukarıda saydıklarımın hepsi emekli ama; gerçek gazeteci…
Biliyorsunuz, tüm dünya ve ülkemiz hassas bir durumda… Siz de evde kalın… Bol bol gazete, kitap okuyun!.. Evde de öğreneceğimiz çok şey olacak…
Yorum Yazın
Facebook Yorum