Hepimizin bildiğini “yazayım, yazmayayım” ikilemi arasında kaldım.
Taşı gediğine koymak için bazen sözler çok önemli. Hani derler ya: “Cuk diye yerine oturdu!..” Bunu çok da sık kullanırım. Bu nedenle de yazmaya karar verdim…
Öykü aynen şöyle…
Bir gün Nasrettin Hoca’nın eşeği çalınmış. Can sıkıntısı içinde durumu komşularına anlatınca her kafadan bir ses çıkmaya başlamış. Birisi: “Hocam demiş niye ahırın kapısına iyi bir kilit takmadın sanki?” Bir başkası: “Evine hırsız giriyor da senin nasıl haberin olmuyor?” diye konuşmuş. Bir diğeri de: “Hocam demiş, kusura bakma ama eşeğin çalınmasına en büyük sebep yine sensin. Çünkü doğru dürüst bir ahırın bile yok. Nerden baksan dökülüyor.” Hoca kızmış: “Yahu demiş. İyi, güzel de kabahatin hepsi benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?”
Benzetmeye takılmayın. Ana fikir önemli…
Ben de şimdi soruyorum. Tüm sağlık yetkilileri, dünyanın en önemli profesörleri, bunun için yıllarını vermiş bilim adamları bas bas bağırırken, bütün dünyaya bulaşmış korona virüsünü bilerek insanlarımız neden ısrarla sokağa çıkıyor?
Haydi, ihtiyacın var çıktın. Neden maske takmıyor, sosyal mesafe kuralını çiğniyorsun?
Bazıları da var ki; “Canım sıkıldı. Otur otur nereye kadar. Zaten bana bir şey olmaz” kılıfını kendisine yakıştırmıyor mu? Haydi sokağa… Neredeyse ilk gördüğüne hasretle sarılıp, şapur şupur öpecek!..
Yapmayın!.. Kendinizi düşünmüyorsanız başkalarını düşünün…
O nedenle Nasrettin Hoca’nın “hırsızın hiç mi suçu yok” sözünü size çok yakıştırıyorum… Sizin hiç mi suçunuz yok!.. Oturun, oturduğunuz yerde…
Kendinizi yaksanız neyse… Ailenizi de yakıyor, dokunduğunuza kötülüğün en büyüğünü yapıyor, hayatlarıyla oynuyorsunuz… Sağlık Bakanı ne dedi: Bir kişi zincirleme 16 kişiye bulaştırıyor…
O nedenle evde kalın!.. Sizin sağlığınız bizim için her şeyden önemli.
Onun için bu örneği verdim…
Anlayabildiniz mi?
Biz evdeyiz… Proje üretiyoruz. Gelecekte neler yapabiliriz, bunları planlıyoruz. Kitap okuyor, TV izliyor. Bol bol da film seyrediyoruz. Elbette sık sık ellerimizi en az 25 saniye olmak üzere de yıkıyoruz… Süresi kısa, faydası büyük…
Mutlaka bu beladan ülkece en az hasarla kurtulacağız. Devam eden hayatın sokak kısmı da olacak, gezmesi tozması da…
Yazıyı yazarken evden çıkmayışımın 32. Günü dolmak üzere.
Bu süre içinde elbette gelecek planlamalarımızın içinde spor önemli yer tuttu. Futbol Ligleri, basketbol, voleybol. İlgi alanıma giren diğer branşlarda neler olabilir, federasyonlar nasıl kararlar alacak? Bunları düşündüm, varsayımlarda bulundum.
Sık sık sporun içinde olan arkadaşlarımızla görüştük. Yöneticilerimizle fikir alış verişinde bulunduk. Öğretim görevlilerine danıştık. Özellikle de yıllarını spora veren, Manisa Celal Bayar Spor Bilimleri Fakültesi’nin efsanevi öğretim görevlisi, bugün Nişantaşı Üniversitesi’nde görev yapan S. Mete Yazıcı, o yoğun uzaktan ders vermenin telaşı arasında projeler sundu. Tek kelimeyle harika… Yine hentbolun duayen ismi, Gedik Üniversitesi öğretim görevlisi, Kocaeli Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi’nin eski dekanı Prof. Dr. Yavuz Taşkıran ve diğerlerinden gelecek için harika projeler aldık. Hep derim: Bir elin nesi var, iki elin sesi var… Dostlar sağ olsun!
Türkiye’de profesyonel branşlardaki durumun ne olacağı sporla ilgilenen herkesin dilinin ucunda. Bazıları ağzında sakız gibi çiğniyor, arada sırada da patlatıyor: Eskisi gibi olmaz…
Ne olacak? Nasıl olacak?
Bu soruların cevabı Korona Virüse takıldı kaldı. Önce şu dertten bir sağlıklı olarak kurtulalım. Gerisi bence çok kolay…
Futbolda sıkıntı elbette süper lig takımlarında. Onların derdi büyük. Gelir kadar gider var… Şimdi gelir olmayınca, giderler karşılanamıyor. Birikip, gelir-gider dengesini sağlayamazsa alacak başına belayı… Kontratları elde olan sporcuların uluslararası federasyonlara gitme olasılığı yüzde100… Yabancı cenneti ülkemizde hangisinin dilinden anlıyorsunuz ki, duygusallık yapabilesiniz… İşte şu ortamda gel de Türk gencini arama…
Duygusal bir konuşmayla, araya da sokacaksın hatırlı amcaları, dayıları… Günü kurtaracaksın.
Yabancı öyle mi? Elin oğlu para kazanmaya gelmiş, ta nerelerden buraya… Ne seni dinler, ne amcanı, ne de dayını…
Diyeceği şu: “Parayı veren düdüğü çalar…” Vermezsen sen bilirsin… Bak Karabük’un, Manisa’nın, bir zamanlar Avrupa’yı titreten Eskişehirspor’un haline?.. Hangi bir yabancı dinledi de bu hallere geldi…
Şimdi eğri, oturup doğru düşünme zamanı…
Demek ki; az olsun ama öz olsun… Türk genci olsun!..
Yatırın masaya şu yabancı kontenjanını… Kurtarın kendinizi…
Dışarı çıkmadığınız için evde düşünme şansınız bol… Bence çok iyi düşünün… Dünyanın bin halinden birisi bu!..
Yorum Yazın
Facebook Yorum